CircularsNews
July 2015

ABD Ekonomisinin Bel Kemiği Orta Sınıfa Neler Oluyor?

The European Union’s Emissions Trading System (EU ETS) was extended to cover emissions from shipping as of 1st January 2024.

The EU ETS is limited by a 'cap' on the number of emission allowances. Within the cap, companies receive or buy emission allowances, which they can trade as needed. The cap decreases every year, ensuring that total emissions fall.

Each allowance gives the holder the right to emit:

  • One tonne of carbon dioxide (CO2), or;
  • The equivalent amount of other powerful greenhouse gases, nitrous oxide (N2O) and perfluorocarbons (PFCs).
  • The price of one ton of CO2 allowance under the EU ETS has fluctuated between EUR 60 and almost EUR 100 in the past two years. The total cost of emissions will vary based on the cost of the allowance at the time of purchase, the vessel’s emissions profile and the total volume of voyages performed within the EU ETS area. The below is for illustration purposes:
  • ~A 30.000 GT passenger ship has total emissions of 20.000 tonnes in a reporting year, of which 9.000 are within the EU, 7.000 at berth within the EU and 4.000 are between the EU and an outside port. The average price of the allowance is EUR 75 per tonne. The total cost would be as follows:
  • ~~9.000 * EUR 75 = EUR 675.000
  • ~~7.000 * EUR 75 = EUR 525.000
  • ~~4.000 * EUR 75 * 50% = EUR 150.000
  • ~~Total = EUR 1.350.000 (of which 40% is payable in 2024)
  • For 2024, a 60% rebate is admitted to the vessels involved. However, this is reduced to 30% in 2025, before payment is due for 100% with effect from 2026.
  • Emissions reporting is done for each individual ship, where the ship submits their data to a verifier (such as a class society) which in turns allows the shipowner to issue a verified company emissions report. This report is then submitted to the administering authority, and it is this data that informs what emission allowances need to be surrendered to the authority.
  • The sanctions for non- compliance are severe, and in the case of a ship that has failed to comply with the monitoring and reporting obligations for two or more consecutive reporting periods, and where other enforcement measures have failed to ensure compliance, the competent authority of an EEA port of entry may issue an expulsion order. Where such a ship flies the flag of an EEA country and enters or is found in one of its ports, the country concerned will, after giving the opportunity to the company concerned to submit its observations, detain the ship until the company fulfils its monitoring and reporting obligations.
  • Per the EU’s Implementing Regulation, it is the Shipowner who remains ultimately responsible for complying with the EU ETS system.

There are a number of great resources on the regulatory and practical aspects of the system – none better than the EU’s own:

https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?uri=CELEX%3A02003L0087-20230605

https://climate.ec.europa.eu/eu-action/transport/reducing-emissions-shipping-sector_en

https://climate.ec.europa.eu/eu-action/eu-emissions-trading-system-eu-ets/what-eu-ets_en

Bir zamanlar, daha doğrusu, bundan 20-25 yıl öncesine kadar ABD’de orta sınıf (middle class) olmak bir imtiyazdı. Sosyal bilimcilere göre, orta sınıf sadece gelir düzeyi ile ölçülmeyen ama kültür, beklentiler, değerler ve özlemlerin bir araya gelerek oluşturduğu bir fenomendi. Bu sınıfa mensup olabilmek için orta sınıf gibi hissetmeli ve orta sınıf gibi yaşamalıydınız. Orta sınıf ABD’nin en önemli , en güçlü , nüfus olarak en kalabalık ve etkin, ekonomiyi ayakta tutan en değerli kaynağı ve bu nedenle de toplumun en prestijli kesimi idi. 1970’lere ve hatta 1980’lerin başlarına dek, gelir düzeyi fakirlik sınırında olan insanlardan tutun da yılda altı haneli gelir düzeyini elde eden insanların dahi kendilerini hep orta sınıf mensubu olarak tarif etmeleri bu sınıfın ne denli popüler olduğunu göstermektedir. O dönemlerde maddi gücünün boyutundan ziyade bir orta sınıf gibi hissetmen önemliydi. Yapılan kamuoyu araştırmalarına göre Amerikan toplumunun yüzde 92’si kendini orta sınıf mensubu olarak algılarken, sadece yüzde 1 zengin sınıfında olduğunu beyan etmiş ve yüzde 7 düşük gelirli olarak tarif etmiştir. Orta sınıf mensubu olmak bir refah, bir özlem, geleceğe güvenle bakmak, birbirine bağlı bir aile yapısı ve belirli bir kültür düzeyine sahip olmayı gerektirmekteydi. Bugün ise maalesef bu iyi niyet, güven, refah ve arzular yerini stress ve endişeye terk etmiş durumda. Son günlerde yapılan istatistiklerde ABD’nin belli başlı metropollerinde cinayet ve suç oranları tarihsel rekorlar kırmakta. Amerikan rüyası (American dream) özellikle metropollerde yerini kendini güvensiz, emniyetsiz hisseden birbirinden yabancılaşan bir toplumun oluşturduğu Amerikan kabusuna terk etmek üzere. İnsanların birirlerine saygılarını bir yana bırakın kendilerine dahi saygıları olmayan, kanunu ve kanun uygulayıcılarını düşman olarak gördükleri, iyi niyetten mahrum bir toplum hızla kendini hisettirmekte. Bazı kimseler bu gelişmeleri ABD’de ırkçılığın tekrar canlandığına bağlasa dahi, ben tüm bu kaosun arkasındaki asıl nedenleri üç ana unsura bağlıyorum: Ekonomik, psikolojik ve sosyolojik.

Ekonomik unsur: İş kayıpları ve hayat pahalılığı sonucu vuku bulan gerçek gelir düzeylerindeki ciddi düşüşlerin yarattığı yoksulluk.

Psikolojik unsur: Gelirlerdeki düşüşlerin yarattığı kendine ve geleceğe olan güvenin yitirilmesi.

Sosyolojik unsur: Aile, arkadaş, iş yeri ve komşuluk ilişkilerindeki maddileşme, karşılıklı saygı ve sevgide gözle görülür ve hissedilir azalma.

Psikolojik ve sosyolojik çöküşler bence en az ekonomik çöküş kadar önemli çünkü bu nedenle bugün orta sınıfa mensup bir Amerikalı eskiye oranla kendini daha savunmasız ve daha güvensiz hissetmekte. Ekonomik çöküşe en güzel örneği şu şekilde verebiliriz. 1980’lere dek yeni nesil 40 yaş dilimine geldiğinde ortalama olarak kendinden önceki nesilden daha güçlü bir ekonomik yapıya sahip olabilirken şimdiki yeni nesiller ayni yaş dilimine geldiklerinde ve birçoğunun da ailelerinden daha yüksek düzeyde eğitim almış olmalarına rağmen henüz ailelerinin ekonomik düzeyine erişememiş olmalarıdır. Bu da doğal olarak, ezik, kendine ve geleceğe güveni kalmayan ve kendisini emniyette hissetmeyen, özlemlerden yoksun bir toplum yaratmaktadır.

1990’da $ 67,000 yıllık geliri olan ve eşlerin her ikisinin de çalıştığı bir ailenin geliri 2010’da $ 80,000’e yükselerek yüzde 20’lik bir artış göstermiştir ama ilginç olan bu artışın 1990-2000 arası gerçekleştiği ve 2000-2010 arası orta sınıf kesiminde, kişi başına düşen enflasyona uyumlu ortalama gelirde ciddi herhangi bir artış olmamasıdır. Orta sınıfın en önemli harcamaları olan ev fiyatları, yüksek okul eğitim giderleri , tatil giderleri ve sağlık, emeklilik, sigorta giderlerindaki ciddi artışları düşünecek olursak, tipik bir orta sınıf Amerikan ailesinin 15 yıl öncesine oranla ekonomik olarak zayıfladığını görebiliriz. ABD’de genelinde iki veya dört kişilik bir ailenin ortalama bütçesini hesaplamak oldukça güçtür. Yaşadığınız eyalet ve bölgeler bu durumda büyük farklılıklar gösterebilmektedir. Aynı bütçe ev fiyatlarının ve gayri menkul vergilerinin yüksek olduğu bölgelerde standartlarınızı zorlarken, bu unsurların daha ucuz olduğu bölgelerde yaşayan orta gelirliler daha rahat ve mureffeh bir yaşam tarzı sürdürebilirler.

Yazımın başında da bahsettiğim gibi orta sınıfı tarif eden tek unsur gelir düzeyi olmamakla birlikte bir ailenin yaşam tarzını belirleyen temel unsur yine de gelir düzeyidir. Orta sınıfa mensup olmak belirli özellik ve varlıklara sahip olmayı gerektirir. Bunların başlıcaları: Ev sahibi olmak, ailedeki her olgun kişiye bir araba sağlayabilmek, emeklilik ve üniversite harcamaları için birikim yaratabilmek, sağlık sigortası tedarik edebilmek ve yılda en az bir kez ailece tatile gidebilmek. ABD’de ortalama gelirin hala $ 50,000 – $ 60,000 civarlarında olduğunu düşünürsek, eldeki kısıtlı bütçe ile tüm bunları temin edebilmek oldukça güç ve ince hesaplar gerektirmektedir. Herhangi bir beklenmedik iş kaybı veya sigorta teminatına girmeyen evdeki yaşlıların uzun süren bir rahatsızlığı ailenin tüm geleceğini tamamen değiştirebilmekte ve tüm planları alt üst edebilmektedir. Gelir ve giderler arasındaki marjın gittikçe daralması toplumdaki dengesizlikleri artırmış; orta sınıftaki huzur, optimizm ve özlemler yerini endişe ve strese bırakmıştır. Ekonomist ve sosyologların sürekli tekrar ettikleri gibi bir maaşın verdiği tatmini, maaşın miktari ile ölçmemeliyiz. Çevredemizdekilerin aldığı maaş ile karşılaştırıldığında elde edilen tatmin gerçek tatmindir. Kendinizi hangi sınıfta görürseniz görün, maaş düzeyiniz ne olursa olsun, göreceli olarak bundan 20 yıl öncesine oranla daha fakir sayılırsınız. ABD’de mukayeseli mahrumiyet her geçen gün kendini daha da fazla hissettirmektedir.

Geçmişin Amerikan rüyasında anlatıldığı gibi fakir başladım, çok çalıştım, zengin oldum hikayesi Amerikan toplumu için artık bir tarih sayfasından ibarettir.

Kaynak: Middle Class in America, U.S. Department of Commerce, Economics and Statistics Administration. Middle Class Task Force January 2010.

No items found.